IPL, Sao Paulo Mimarlık Bienali, 2019 / XII International Architecture Biennale of São Paulo
Tamamlandı /Completed
Sao Paulo, BR
Tasarım Ekibi / Design Team: Kerem Piker, Alev Işık, Baran Aybars, Behice Özer, Berk Hot, Bilge Ay, Duygu Bingül Aydın, Miray Türkoğlu, Öykü Şimşek, Sinem Burhan, Ekin Erar, Emre Dörter
Fotoğraflar / Photo Credit: Emre Dörter
Sao Paulo, BR
Tasarım Ekibi / Design Team: Kerem Piker, Alev Işık, Baran Aybars, Behice Özer, Berk Hot, Bilge Ay, Duygu Bingül Aydın, Miray Türkoğlu, Öykü Şimşek, Sinem Burhan, Ekin Erar, Emre Dörter
Fotoğraflar / Photo Credit: Emre Dörter
‘KPM kerem piker mimarlık’ tarafından geliştirilen IPL (Informal Parking Lots of Istanbul) araştırma projesi Eylül 2019'den itibaren iki ay boyunca 12. Sao Paulo Mimarlık Bienali’nde sergilendi. Dünyanın en saygın mimarlık bienalleri arasında gösterilen Sao Poulo Mimarlık Bienali’ne Türkiye’den davet edilen ilk proje olan IPL, İstanbul’un tarihi mekanlarındaki otoparklara dair yeni bir okuma sunuyor.
IPL (Informal Parking Lots) of Istanbul
Modernitenin planlanmış mekanı, modernin ortaya çıkışından bu yana hep bir gerginlik unsuru oldu. Konu salt yeni biçimler değildi şüphesiz; ev en bilinen ifadesiyle bir “yaşam makinesiydi” ve yeni hayat eskisinden olabildiğince uzaklaşmayı öğütlüyordu.
Jacques Tati’nin Mon Oncle ile karikatürize ettiği ev, bütün gülünçlüğüne karşın bir arzu nesnesiydi şüphesiz; ancak mutlak teslimiyet öyle kolay kolay gerçekleşmiyordu.
Coğrafya, topografya, kültür, alışkanlıklar kendi sentezlerini üretti. Modernite, özgün ve çeşitlenen modernite maceralarına dönüştü. Modernlik sadece reddi miras anlamına gelmeyebilirdi, Le Corbusier vernakülerin rasyoneline övgüler düzmüyor muydu? Pekala başka türlüsü de yapılabilirdi. Yerel modernler hayranlık uyandıran bir beceriyle kendi maceralarını ortaya serdi.
Bu süreç kolay gerçekleşmedi; bir yandan geleneksel yapıya ilişkin bütün alışkanlıklar yavaş yavaş çözüldü, mekan ve program en küçük hücrelerine kadar ayrıştırılıp yeniden tarif edildi. Öte yandan yeni kullanımlar, akla hayale gelmeyecek birliktelikler ile yepyeni sentezler türetti.
Bir tek mekan ilk günden beri her neyse öylece kaldı; Otopark direndi.
Bir program olarak otopark beynelmilel mimarlığın en şaşmaz, sadık ve kim bilir belki de en muhafazakar mekanı. Otopark modernitenin öz evladı, öncülü yok. 1920 yılında Fransız mühendis E. Freyssinet tarafından tasarlanan yapı, çok katlı otoparkın ilk örneği olarak kabul ediliyor. 1969 yılında AJ metric Handbook, 1970 yılında ise BPA Technical Note#1 otopark ve araç ölçülerini standartlarına alarak bağımsız bir planlama bilgisi alanına dönüştürüyor. Ancak bu bir anlamda malumun ilamı; 1910’lu yıllardan bu yana arabaların manevra için ihtiyaç duyduğu park mesafeleri önemli bir değişiklik göstermiyor.
Otopark yapısı, mekan ekonomisinden bağımsız olarak planlanması akla bile gelmeyecek kadar rasyonelleşmiş bir yapı tipi. Bir arabanın manevra mesafeleri, optimize edilmiş park boyutları ve araçlar ile yolların yan yana gelme biçimleri o kadar belirleyici ki, burada en küçük bir parametreyi değiştirmek, dünyanın her yanında aynı Toyota Corolla’yı kullanmanıza imkan sağlayan bir altyapıyı çöpe atıp yeniden kurmak anlamına geliyor. Standartlar salt plan düzleminde belirlenmiş de değil üstelik; Araç yükseklikleri, tırmanma açıları tarif edilmiş bir dünya içerisinde tasarlama becerisi, doğru şablonun seçilerek uygun zarfa adapte edilmesinden başka bir şey değil.
Öyleyse otopark, en azından planimetrik olarak, neo modernlerin hep özlemini duyduğu, diagrama dönüştürülebilir mekanın ta kendisi. Böyle bakıldığında otopark mekanı katıksız bir program mimarlığından başka ne olabilir ki?
Bütün bunlar, bağlama çarptığı anda deformasyona uğrayarak kendi özgün sentezini oluşturan modern tasarlama pratiğinden farklı bir seyir izliyor. Araç- manevra-park ile koşullanan mekanın altyapısı, anlamlı bir büyüklüğe ya da geometriye sahip olmayan bir kent parçasına uygulanmaya çalıştığında ne olacak? Mekanik çözümlerin pahalı altyapı sistemleri, tarihi kentlerde yıkmadan yapmayı mümkün bırakmayacak kadar zorlayıcı bir otopark planlama politiğine yol açıyor.
Kent, özellikle de tarihi kent, içerisinde otopark barındıracak şişmanlıkta boşluklara sahip olmayacak kadar değerli; bir başka deyişle otoparkın mekân ekonomisi bu kez kentin mekânsal ekonomisine yenik düşüyor.
Ancak beklenenin aksine, sözgelimi İstanbul’da gündelik hayat, irrasyonelin rasyonelleştirilebilmesi diyebileceğimiz özgün çözümleri üretmek konusunda son derece mahir. Salt iki “vale” ile yönetilen açık alan otoparkları (INFORMAL PARKING LOT _ IPL), kentin en kritik bölgelerinde yer alan parsel artıklarını içerisine rasyonel bir otopark sığdırmanın fiziksel olarak neredeyse imkansız, mekan ekonomisi açısından ise anlamsız olduğu noktalarda birer otopark vahasına dönüştürebiliyorlar.
Hiç bir zaman otopark olarak tarif edilmemiş, planlanmamış, projesi dahi çizilmemiş bu şekilsiz parseller böylelikle gündelik hayatın ürettiği birer altyapı projesine dönüşüyorlar. Modernist planlama anlayışı içerisinde asla kendine yer bulamayacak bu alanlar, kentsel ekosisteme kolaylıkla uyum sağlamalarının ötesinde kendileri de birer sosyal odak haline dönüşüyorlar.
Herhangi bir inşai faaliyet gerektirmeden salt zemine çakıl serilerek dahi uygulanabilen IPL’ler, kentin yer altı su kaynaklarına yağmur suyunun erişimi konusunda son derece ideal çözümler. Giderleri salt çalışanların paylarından ve alanın kirasından ibaret. Ekonomik olarak kârlılıklarını sürdürdükleri sürece bitişik nizam adaların arasında doğal hava akımlarının ve gün ışığının yayılmasına imkan veren birer boşluk olarak kalmayı da sürdürüyorlar.
Araçların boyutlarından bağımsız olarak kendilerine ayrılan standart ebattaki boşluklara park edildiği rasyonel otopark yapılarının aksine her aracın büyüklüğüne göre boşluğun yeniden tarif edildiği tampon tampona park biçiminden türeyen IPL, sonu gelmeyecek bir olasılıklar denizinde, valenin (parkeden bireyin) tecrübesi ile sınırlandırılmış bireysel bir hünerler sistemi.
Peki bu otoparklar neredeler? Onları nasıl buluyoruz? Kaç taneler? Nasıl bir kapasite ile çalışıyorlar? Bir haritasını oluşturmak mümkün mü? Nasıl bir ağ oluşturuyorlar? Her şeyden önemlisi nasıl çalışıyorlar?
İstanbul, Sao Paulo gibi, 20 milyonluk nüfusu ile dünyanın en kalabalık metropollerinden bir tanesi. Gündelik hayatın İstanbul’un için ürettiği onlarca çözümden bir tanesi olan IPL, KPM Kerem Piker Mimarlık tarafından şehrin üç bölgesinde yer alan toplam 30 otopark üzerinden izlenerek belgelenen bir araştırma projesi ya da bir tür polemik olarak görülebilir.
Modernitenin planlanmış mekanı, modernin ortaya çıkışından bu yana hep bir gerginlik unsuru oldu. Konu salt yeni biçimler değildi şüphesiz; ev en bilinen ifadesiyle bir “yaşam makinesiydi” ve yeni hayat eskisinden olabildiğince uzaklaşmayı öğütlüyordu.
Jacques Tati’nin Mon Oncle ile karikatürize ettiği ev, bütün gülünçlüğüne karşın bir arzu nesnesiydi şüphesiz; ancak mutlak teslimiyet öyle kolay kolay gerçekleşmiyordu.
Coğrafya, topografya, kültür, alışkanlıklar kendi sentezlerini üretti. Modernite, özgün ve çeşitlenen modernite maceralarına dönüştü. Modernlik sadece reddi miras anlamına gelmeyebilirdi, Le Corbusier vernakülerin rasyoneline övgüler düzmüyor muydu? Pekala başka türlüsü de yapılabilirdi. Yerel modernler hayranlık uyandıran bir beceriyle kendi maceralarını ortaya serdi.
Bu süreç kolay gerçekleşmedi; bir yandan geleneksel yapıya ilişkin bütün alışkanlıklar yavaş yavaş çözüldü, mekan ve program en küçük hücrelerine kadar ayrıştırılıp yeniden tarif edildi. Öte yandan yeni kullanımlar, akla hayale gelmeyecek birliktelikler ile yepyeni sentezler türetti.
Bir tek mekan ilk günden beri her neyse öylece kaldı; Otopark direndi.
Bir program olarak otopark beynelmilel mimarlığın en şaşmaz, sadık ve kim bilir belki de en muhafazakar mekanı. Otopark modernitenin öz evladı, öncülü yok. 1920 yılında Fransız mühendis E. Freyssinet tarafından tasarlanan yapı, çok katlı otoparkın ilk örneği olarak kabul ediliyor. 1969 yılında AJ metric Handbook, 1970 yılında ise BPA Technical Note#1 otopark ve araç ölçülerini standartlarına alarak bağımsız bir planlama bilgisi alanına dönüştürüyor. Ancak bu bir anlamda malumun ilamı; 1910’lu yıllardan bu yana arabaların manevra için ihtiyaç duyduğu park mesafeleri önemli bir değişiklik göstermiyor.
Otopark yapısı, mekan ekonomisinden bağımsız olarak planlanması akla bile gelmeyecek kadar rasyonelleşmiş bir yapı tipi. Bir arabanın manevra mesafeleri, optimize edilmiş park boyutları ve araçlar ile yolların yan yana gelme biçimleri o kadar belirleyici ki, burada en küçük bir parametreyi değiştirmek, dünyanın her yanında aynı Toyota Corolla’yı kullanmanıza imkan sağlayan bir altyapıyı çöpe atıp yeniden kurmak anlamına geliyor. Standartlar salt plan düzleminde belirlenmiş de değil üstelik; Araç yükseklikleri, tırmanma açıları tarif edilmiş bir dünya içerisinde tasarlama becerisi, doğru şablonun seçilerek uygun zarfa adapte edilmesinden başka bir şey değil.
Öyleyse otopark, en azından planimetrik olarak, neo modernlerin hep özlemini duyduğu, diagrama dönüştürülebilir mekanın ta kendisi. Böyle bakıldığında otopark mekanı katıksız bir program mimarlığından başka ne olabilir ki?
Bütün bunlar, bağlama çarptığı anda deformasyona uğrayarak kendi özgün sentezini oluşturan modern tasarlama pratiğinden farklı bir seyir izliyor. Araç- manevra-park ile koşullanan mekanın altyapısı, anlamlı bir büyüklüğe ya da geometriye sahip olmayan bir kent parçasına uygulanmaya çalıştığında ne olacak? Mekanik çözümlerin pahalı altyapı sistemleri, tarihi kentlerde yıkmadan yapmayı mümkün bırakmayacak kadar zorlayıcı bir otopark planlama politiğine yol açıyor.
Kent, özellikle de tarihi kent, içerisinde otopark barındıracak şişmanlıkta boşluklara sahip olmayacak kadar değerli; bir başka deyişle otoparkın mekân ekonomisi bu kez kentin mekânsal ekonomisine yenik düşüyor.
Ancak beklenenin aksine, sözgelimi İstanbul’da gündelik hayat, irrasyonelin rasyonelleştirilebilmesi diyebileceğimiz özgün çözümleri üretmek konusunda son derece mahir. Salt iki “vale” ile yönetilen açık alan otoparkları (INFORMAL PARKING LOT _ IPL), kentin en kritik bölgelerinde yer alan parsel artıklarını içerisine rasyonel bir otopark sığdırmanın fiziksel olarak neredeyse imkansız, mekan ekonomisi açısından ise anlamsız olduğu noktalarda birer otopark vahasına dönüştürebiliyorlar.
Hiç bir zaman otopark olarak tarif edilmemiş, planlanmamış, projesi dahi çizilmemiş bu şekilsiz parseller böylelikle gündelik hayatın ürettiği birer altyapı projesine dönüşüyorlar. Modernist planlama anlayışı içerisinde asla kendine yer bulamayacak bu alanlar, kentsel ekosisteme kolaylıkla uyum sağlamalarının ötesinde kendileri de birer sosyal odak haline dönüşüyorlar.
Herhangi bir inşai faaliyet gerektirmeden salt zemine çakıl serilerek dahi uygulanabilen IPL’ler, kentin yer altı su kaynaklarına yağmur suyunun erişimi konusunda son derece ideal çözümler. Giderleri salt çalışanların paylarından ve alanın kirasından ibaret. Ekonomik olarak kârlılıklarını sürdürdükleri sürece bitişik nizam adaların arasında doğal hava akımlarının ve gün ışığının yayılmasına imkan veren birer boşluk olarak kalmayı da sürdürüyorlar.
Araçların boyutlarından bağımsız olarak kendilerine ayrılan standart ebattaki boşluklara park edildiği rasyonel otopark yapılarının aksine her aracın büyüklüğüne göre boşluğun yeniden tarif edildiği tampon tampona park biçiminden türeyen IPL, sonu gelmeyecek bir olasılıklar denizinde, valenin (parkeden bireyin) tecrübesi ile sınırlandırılmış bireysel bir hünerler sistemi.
Peki bu otoparklar neredeler? Onları nasıl buluyoruz? Kaç taneler? Nasıl bir kapasite ile çalışıyorlar? Bir haritasını oluşturmak mümkün mü? Nasıl bir ağ oluşturuyorlar? Her şeyden önemlisi nasıl çalışıyorlar?
İstanbul, Sao Paulo gibi, 20 milyonluk nüfusu ile dünyanın en kalabalık metropollerinden bir tanesi. Gündelik hayatın İstanbul’un için ürettiği onlarca çözümden bir tanesi olan IPL, KPM Kerem Piker Mimarlık tarafından şehrin üç bölgesinde yer alan toplam 30 otopark üzerinden izlenerek belgelenen bir araştırma projesi ya da bir tür polemik olarak görülebilir.
kpm-kerem piker mimarlık
abide-i hürriyet cad. no.105 daire.4
sisli, ist, TR
+90 212 292 8457
info@kerempiker.com
abide-i hürriyet cad. no.105 daire.4
sisli, ist, TR
+90 212 292 8457
info@kerempiker.com